23 Mayıs 2011 Pazartesi

Kitap Yorumu: Sıcak Bedenler - Isaac Marion


Bu kitabı okuduktan sonra nasıl zombilerden tiksinebilirim?


"Ölüyüm, ama bu çok kötü değil.

Alışmayı öğrendim. Kendimi doğru düzgün tanımadığım için üzgünüm, ama artık ismim yok. Benimkinin baş harfi “R” idi, ama artık sadece bunu hatırlıyorum. Komik, çünkü sağlığımda hep başka insanların isimlerini unuturdum. Arkadaşım “M”nin dediğine göre zombi olmanın ironik tarafı şu ki, her şey komik geliyor ama dudakların çürüyüp döküldüğü için gülümseyemiyorsun…"


Aslında Sıcak Bedenler'i almayı aklımın ucundan bile geçirmemiştim. Sonra Maggie Stiefvater'ın yorumunu gördüm. Favori yazarlarımdan birinin böyle pozitif bir yorum yapması beni önemli derecede etkiledi ve birden kendimi elimde kitapla buldum. Ve iyiki de okumuşum diyorum. Zombilerin o bilindik "insan eti yiyen çürümüş yaratık" imajını mükemmel bir şekilde yıktı ve yazarın sevgiyi kıyamet sonrası aslında ürkütücü olabilecek bir hikayeye yerleştiriş biçimi beni kendine hayran bıraktı. Sevecen vampirlerden sonra dünyanın en tatlı zombisi R'yle de bir tanışın isterseniz.

Isaac Marion'un Sıcak Bedenler'i Zombi R'nin bakış açısıyla anlatılıyor. Diğer zombilerle birlikte bir havaalanında yaşıyor R. Ve üstelik evi bir jet uçağı. Ne ismini ne de geçmişini hatırlıyor ve yaşamının oldukça boş olduğunu düşünüyor. Sürekli bunu sorgulamaktan da kendini alamıyor ama bu 'hastalık'tan bir kurtuluş yolu olduğuna inanmıyor. Amaçsızca ortalıkta gezinmeye ve acıktığında insan eti yemeye devam ediyor. İnsan eti konusunda yazarın detaylı anlatımı çoğu kişiyi rahatsız edebilir. Ama ben bunu yapış tarzına değil de arkasındaki neden ve duygulara odaklandığım için tiksinmedim. Mesela zombiler en çok beyin yemeyi seviyorlar çünkü böylece beynini yediklerini insanın geçmişine dair şeyleri kendilerininmiş gibi hissediyorlar. Zombi R de bundan bir nevi keyif alıyor. Yaşadığını ancak bu şekilde hissedebildiğini düşünüyor. 

Yine bir av sırasında Perry Kelvin adında genç bir adamı öldüren ve onun hayatını ve duygularını içinde hisseden R'yi sarsan bir şey oluyor. Genç adamın kızarkadaşı Julie'ye dair anıları onu beklenmedik bir şekilde etkiliyor ve ani bir kararla az önce onu öldürmeye kalkan  kızı oradan, ölmekten kurtarmaya karar veriyor. Julie'yi havaalanına götürüyor. R'nin bu kurtarma eylemi ve insancıl tavırları Julie'yi şaşırtıyor tabii ki. Birkaç gün boyunca kızı evinde saklayan R, bir yandan da beyninin bir parçasını cebinde sakladığı Perry'nin anılarına gidip geliyor. Böylece Perry, Julie ve diğer Sağlar hakkında bilgi sahibi oluyor. İlk defa bir şeyler hissetmeye başladığını fark eden zombimiz yavaş yavaş Julie'ye aşık oluyor. Ve üstelik konuşmasının daha düzgün olması ve hissettiği duygular bu kızla birlikte bir şeylerin değiştiğini anlamasını sağlıyor. Julie'nin diğer Sağların bulunduğu Stadyum'a geri dönmesiyle R kendini yeniden bomboş hissediyor, zombi arkadaşı M'nin de kendisi gibi değiştiğini ona göstermesiyle R, Julie'ye yeniden ulaşmaya karar veriyor.

Şiirsel bir anlatım, içinde barındırdığı harika şarkı sözleri ve tuhaf ama insanı etkileyen inandırıcı duygularıyla Sıcak Bedenler okunmayı hak ediyor. Zombileri yeniden canlandıran şeyin ne olduğunu ya da Sağların tükenmiş dünyada nasıl yeni bir hayat kurmaya çalıştıklarını kendiniz keşfedin. Bir yandan Perry'nin hissettikleriyle Sağların dünyası, diğer yandan da R'nin bakış açısıyla zombilerin dünyası bu kıyamet sonrası senaryosunda her şeyi derinden hissetmenize yardımcı oluyor.  Zombileri sevmiyorum ya da tiksindirici buluyorum diyorsanız bir de Zombi R'yle tanışın. Şimdiye kadar karşılaştığım en iyi zombi hikayesi. Bu kitabı ilk başta internette yayınlamış yetenekli yazar Isaac Marion'a ve keşfedip yayınlanmasını sağlayanlara teşekkürler. Ve sizlere de keyifli okumalar.

Bu da Doğan Kitap'ın hazırladığı Sıcak Bedenler trailerı




Puan: 5


15 Mayıs 2011 Pazar

Kitap Yorumu: Yaratık Avcısı - Rick Yancey


Yaratık Avcısı oldukça başarılı bir kitaptı. Hiç sıkılmadan okudum. Yazarı gayet yetenekli ve hayal dünyası için de ayrı bir tebriği hak ediyor. Yarattığı akla hayale sığmaz yaratıklar insanda gerçekmiş hissi uynadırıyor. Bir yandan da bu kadar detaya girebilmesi insanı ürkütüyor.

Kitabın başlangıcında ölmüş bir adamın günlüğünü keşfeden bir adamla karşılaşıyoruz. Yaşamını kaybettikten sonra bulunduğu huzurevinde geriye sadece bir günlük bırakan Will Henry'nin yazdıklarına hiçkimse inanmıyor. Ve böylece yazar günlüğü bir de bizim zevkimize sunuyor. 

Günlüğe ve 1800'lü yıllara on iki yaşındaki Will Henry'le giriş yapıyoruz. Doktor Pellinore Waltrop'un asistanlığını yapan küçük çocuk ailesini bir yıl önce çıkan bir yangında kaybetmiş. Babasının da daha önce asistanlığını yaptığı Doktor tarafından kabul edilip hem evine hem de asistanlığına alınmış. Doktor Waltrop bildiğimiz doktorlardan değil elbet. O bir yaratıkbilimci. Diğer bir deyişle Yaratık Avcısı. İnsanların adlarını duymayı bir yana bırakın, varlıklarından haberdar dahi olmadığı korkunç yaratıkları araştırıp, bulup, gerekirse avlıyor. Onunki de babadan kalma bir meslek. Aileden kalan serveti ve babasının geride bıraktığı gizli saklılıklarla birlikte Doktor oldukça tuhaf bir insana dönüşmüş. Will Henry onu duygulardan yoksun olarak görüyor. Ve meslek aşkı her şeyin önünde geliyor. Malikanesinin mahzenini laboratuvar olarak kullanan Doktor, burada yaratıkları inceleyip, organlarını ve belki de yaratığın daha tuhaf parçalarını muhafaza ediyor.

Birgün kapılarına gelen yaşlı bir mezar soyguncusunun getirdiği şeyle birlikte kitabın ilk yaratığıyla karşı karşıya geliyoruz. Yaşlı adamın getirdiği iki cesetten ilki genç bir kıza, diğeri de bir Anthropophagus'a ait. Anthropophaguslar kafası olmayan dev bir insanı andıran, ağızları karınlarında, gözleri ise omuzlarında bulunan ve insan etiyle beslenen tiksindirici yaratıklar. Genç kızın cesedine sarılı halde bulunmuş bu yaratık Doktoru çalışmaları için oldukça heyecanlandırıyor. Yaratığın her bir detayını anlatması hatta otopsisine bile geniş yer vermesi açısından kapakta da yazdığı gibi "mideniz çok hassassa okumayın." Eğer benim gibi normal bir mideye sahipseniz de o kadar da iğrenç gelmeyecektir.

Dönelim konumuza; yaratıkların izini sürmeye başlayan Doktor ve Will Henry yaşlı mezar soyguncusu Erasmus Gray'le beraber mezarlığa gidiyor ve incelemelerine burada devam ediyorlar. Burada Gray'in yaratıklardan biri tarafından acımasızca öldürülmesiyle olaylar silsilesi hareket kazanıyor. Anthropophagusların doğal yaşam alanlarının aslında çok uzaklarda olması, Amerika'ya nasıl geldikleri konusunda hem bizim hem de Doktorun aklında soru işaretleri bırakıyor. Bir yandan da kasabada meydana gelen katliamla uğraşmaya çalışıyor yaratık avcısı ve asistanı. Kitap boyunca pek çok kez korkunç yaratıklarla karşı karşıya geliyor ve heyecanlı saheneler yaşıyorlar.

Hem aksiyon, hem macera, hem polisiye, hem fantastik birazcık da gerilimin harmanlandığı bu hoş roman benim kalbim ve aklımda güzel bir yere oturdu. Tuhaf, küstah, ürkütücü diğer bir yaratık avcısı  John Kearns'de hikayeye eklenince daha da sevilir hale geliyor. Bu arada kitabın sonunda yazar ikinci kitabın sinyallerini de veriyor. Birkaç baskı ve yazım hatası dışında baskısı gayet iyi ve kapak tasarımı bence yeterince başarılı. Rick Yancey'in yeni nesil yaratıkları kalıplaşmış diğer yaratıkları unutturacak türden. Ve eminim ki ileriki kitaplarda daha çok çeşit bizi bekliyor olacak. Okuyun ve onlarla tanışın.

Keyifli okumalar...

Puan: 4


8 Mayıs 2011 Pazar

Kitap Yorumu: Hale - Alexandra Adornetto



Hale bana göre kendi türünde başarılı ama ne yazıkki eksikleri olan bir roman. Bunu yazarın henüz on sekizinde olmasına bağlayabiliriz sanırım. Yine de sıkılmadan okunabilecek türde bir eseri. Bana daha çok insanları yerine melekleri konu edinmiş tatlı bir aşk romanını çağrıştırdı. Zaten kitabın büyük kısmını melek olan Bethany ve insan çocuk Xaiver'in aşkı kaplıyor.

Kısaca konuya değinecek olursak: Bethany, Ivy ve Gabriel Cennet'ten görev için gönderilen üç melek. Venüs Koyu adında küçük bir kasabayı kötü güçlerden korumak için buraya gönderilmişler. Bethany aralarında en tecrübesizi. Dünya'ya ilk gelişi ve insan türüne karşı farklı bir çekim duyuyor. Kardeşleri kasabadaki işlerle uğraşırken o, okula gidip yeteneğini ve dünyaya gönderilmesindeki asıl amacı anlamaya çalışıyor. Aynı zamanda insan hayatına alışmaya çabalarken birden kendini okul kaptanı Xaiver Woods'dan hoşlanırken buluyor. Xaiver'den aşırı derecede etkilenen Bethany'nin duyguları elbetteki karşılıksız değil. Yakın bir zamanda kız arkadaşının ölümüyle sarsılan kalbi kırık oğlumuz da Beth'in saflığından ve farklılığından hoşlanıyor. Ve ikili sonunda bir araya geliyorlar. Elbette her doğaüstü yaratık ve insan aşkı örneğinde gördüğümüz gibi bir süre sonra Bethany çok sevdiği erkek arkadaşı Xaiver'e bir melek olduğunu anlatması gerektiğine karar veriyor. Ama özellikle bir başmelek olan Gabriel'in vereceği tepkiden çekiniyor ve Cennet'in kurallarına karşı gelmiş olacağını da biliyor. Her şeye rağmen bir plaj partisi sırasında Xaiver'e tüm olağanüstülüklerini -kumda ayak izi bırakmaması, göbek deliği olmaması ve kanatları gibi- göstererek ona bir melek olduğunu kanıtlıyor. Hikayenin bundan sonraki kısmı biraz daha durgunlaşıyor. Meleklerin günlük hayata tutunma ve iyilik yapma çabaları geniş yer buluyor. Ta ki okula yeni bir çocuk gelene kadar. Karanlık bir cazibeye sahip bu gencin adı Jake Thorn ve tahmin edeceğiniz gibi o da bir iblis. Mezuniyet balosundan önce Xaiver'in sakatlanması sonucu Beth, Jake'le baloya gitmek zorunda kalıyor ve olanlar oluyor. Yalnız kaldıkları anda Jake Beth'i öpmeye çalışıp karşılık bulamayınca da onu tehdit edince Beth yavaş yavaş bir şeyleri anlamaya başlıyor.

Kitapta ağırlık verilmiş teme olan aşktan sonra klasik kötülük-iyilik savaşı ikinci sırada yer alıyor. Yine de şu ana kadar okuduğum az sayıdaki melek kitapları arasında konu olarak en farklı olanı. Bunu düşmüş melekleri değil de görev için dünyaya gönderilmiş melekleri ele almasına bağlayabiliriz sanırım. Hale'yi büyük beklentiler içindeyseniz almanızı önermem. Çünkü dört dörtlük bir kitap değil. Özellikle aksiyon sahneleri çok kısa tutulmuş. Ama ben yazar Alexandra'nın kendini geliştirdikçe daha iyi şeyler başarabileceğine inanıyorum.

Kısacası, güzel zaman geçirilebilecek, sevimli ve rahatlatıcı bir kitap. Okuyup okumamak ise size kalmış. "Okumazsam çok şey kaybeder miyim?" diye soruyorsanız ise cevap "hayır".

Keyifli okumalar.

Puan: 2


2 Mayıs 2011 Pazartesi

Kitap Yorumu: Linger - Maggie Stiefvater


Ürperti'yi bayılarak okumuş biri olarak dayanamayarak ikinci kitabı Linger'ı da İngilizce okudum. Ve yine seriye ve Maggie Stiefvater'ın yazış tarzına hayran oldum. Sade ama insanın içine işleyen anlatımı, içinde barındırdığı yoğun aşkla Linger en az Ürperti kadar etkileyici bir kitap.

Bundan sonrası spoiler içermektedir. İçerik hakkında bilgi istemeyenlerin okumaması tavsiyemdir.

İlk kitabın sonunda Sam insan olarak geri dönmüştü. Ve Sam ve Grace'in aşkları için yepyeni bir umut doğmuştu. İkinci kitap ise, ilkinden daha melankolik ve bilinmemezliklerle dolu bir havada geçiyor. Sam kitaçıda çalışmaya devam ediyor ve kışın son günleri yaşanırken yeni tedavisinin de etkisiyle hala insan formunda. Yan karakterlerden olan Isabel Culpeper bu kitapta biraz daha öne çıkmış ve yazar Sam ve Grace'in yanında onun bakış açısını da eklemiş. Ve bir de yeni kurdumuz Cole'un.

Cole St. Clair bir rock grubunda çalıyor. Ve müzik konusunda olduğu kadar bilimde de en az bir bilim adamı olan babası kadar yetenekli. Cole, avare bir hayat sürerken kendi isteğiyle Beck tarafından dönüştürülüyor ve daha dönüşümünün ilk aşamalarında olduğu için kurt ve insan formu arasında gidip geliyor. Tesadüf eseri Isabel'in evine giriyor ve abisinin ölümü yüzünden hala kendini toplarlayamamış olan Isabel ile tanışmaları ile yakınlaşmaları bir oluyor. Daha sonra Beck ve diğer kurtların evine sığınıyor ve burada da Sam'le karşılaşıyor.

Bu sırada da Grace de normal hayatı ve Sam'le olan ilişkisini dengede tutmaya çalışıyor. Ama sürekli baş ağrıları ve ateş nöbetleri onu endişelendiriyor. Yakınlarına bu durumu belli etmemeye çalışsa da içindeki kurdun canlandığını hissediyor. Aynı zamanda Isabel'le ormanda burnu kanamış bir kurt cesedi buluyorlar. Bu durumu da düşünmeden edemiyor.

Sam yine geceleri Grace'in odasında uyumaya devam ederken bir gün Grace'in bir ateş nöbeti sırasında ailesi ikisini fark ediyor ve asıl çile de burada başlıyor. Genelde kızlarına karşı aşırı ilgisiz olan Brisbane'ler bir anda ilgili anne-baba oluverip Sam'i kızlarından uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Bu yüzden birbirlerine deli gibi aşık ikili uzun bir süre görüşemiyorlar. Ve hastaneye kaldırılan Grace'e doktorlar grip teşhisi koyuyorlar.

Sam ise Cole'la uğraşmaya devam ediyor. Hem Beck'in neden onun gibi ünlü birini kurda dönüştürdüğüne hem de Cole'un neden bunu istediğine anlam vermeye çalışıyor. İlkbahar gelirken binbir zorlukla Grace'in Sam'e doğumgününde hediye ettiği stüdyo kaydı için ikili buluşma imkanı buluyorlar. Sam'in yazdığı harika şarkılar da tabii ki kitapta yerini alıyor. Kitabın sonlarına yaklaşırken Grace'in hastalığının giderek nüksettiğini görüyoruz. En son kendinden geçerek neredeyse ölümün eşiğine gelen kıza çare bulmaya karar veren elbette Sam oluyor. Sonunda, Grace'in ısırıldıktan sonra arabada unutulup deyim yerindeyse pişmesiyle iyileştiğini zannettikleri şeyin aslında onu yavaş yavaş öldürdüğünü anlıyorlar. Ve Cole'u zekasını kullanmasını tetikleyerek Cole, Isabel ve Sam Grace'in ancak yeniden kurt kanını almasıyla yaşayacağına karar veriyorlar. Bu işi üstlenen Cole oluyor ve kitabın sonunda Grace kurda dönüşüp ormanın içine doğru koşarken Sam arkasından bakakalan oluyor.

Kendisinin de sonunun ölüm olacağını bilmesine rağmen Sam, Grace'i kurtluktan kurtaracak çözümü bulmakta kararlı. Üçüncü kitap Forever da bu durum üzerinde yoğunlaşacağa benziyor. Ve Mercy Falls Kurtları'nın dünyasına yeniden girmek için yazı beklemek zorundayız çünkü Forever yurtdışında Temmuz ayında çıkacak.

Bana göre Linger tıpkı Shiver gibi kaçırılmaması gerek bir kitap ve Maggie de hala favori yazarlarım arasında. Sam ve Grace'in kurtulma çabalarının nasıl sonuçlanacağını heyecanla bekliyorum. Bu yazıyı da yazarın hazırladığı ve müziklerini yaptığı trailerla bitiriyorum. Keyifli okumalar...



Puan: 5


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...