29 Temmuz 2011 Cuma

Kitap Yorumu: Taht Oyunları - George R.R. Martin


Yurtdışında ve Türkiye'de bir sürü fana sahip ve yeni sezonda Cnbc-e'de de yayınlanmaya başlayacak olan popüler dizi Game of Thrones'ın kitabına geldi sıra. İlk baskısı 1996'da yayınlanan Buz ve Ateşin Şarkısı serisinin ilk kitabı Taht Oyunları'nı aslında Arkabahçe Yayınları iki cilt halinde basmıştı. Ama dizinin yayınlanmasından sonra doğal olarak seri iyice popülerlik kazandı ve bu kez Epsilon Yayınları kitabı yeniden tek cilt olarak ve kapağı değiştirilerek yayınladı. Arkabahçe baskısının çeviri hataları olduğu söylendiği için bu benim için iyi bir fırsat oldu tabii ve Epsilon'un baskısı çıkar çıkmaz Taht Oyunları elime geçti.

800 sayfalık kitap nasıl bitti diye merak ediyor çoğu kez insan. Aslında Taht Oyunları'nı normalden yavaş okudum ama sindire sindire okudum. Ana karakterler dışında o kadar çok hanedan ve yan karakter var ki kim kimdi diye bazen şöyle bir düşünmek zorunda kaldım. Ama bu değil ki kitap çok durağan. Aksine gayet heyecanlı, entrika ve sürprizlerle dolu epik-fantastik bir roman. İlahı bakış açısıyla yazılmış olmasına rağmen karakterler arasında bol bol geçiş yapılmış. George R.R. Martin'i dili ise hem edebi hem de akıcı bir nitelik taşıyor. Çevirisi de mükemmele yakın.

Konuya giriş yapmak gerekirse; Lord Eddard (Ned) Stark Kışyarı'nın Lordu'dur. İki kızı, üç oğlu bir de piç oğlu vardır. (Piç; annesi Leydi olmayan gayrimeşru çocuklara verilen isim. Piçler babalarının soyadını alamıyorlar.) Kışyarı'na döndükleri bir günde Ned'in büyük oğlu Robb ve piçi Jon Kar annesi ölmüş altı ulu kurt yavrusu buluyorlar. Ulu kurtlar Starkların hanedan sembolleri olduğu için oldukça değerliler. Çocukların ısrarı üzerine Ned Stark kurtları çocukların himayesine vermeyi kabul ediyor. Bu arada eski ejderha kralı Targaryen'i devirdikten sonra tahta geçen Ned'in yakın arkadaşı Robert Baratheon da ani bir şekilde ziyaretlerine geliyor. Robert'in Ned'e Kral Eli olmayı teklif etmesinden ve Ned'in bunu kabul etmek zorunda kalmasından sonra Ned, küçük kızı Arya, büyük kızı Sansa ve bir sürü muhafız Kral Topraklarına doğru yolculuğa çıkıyorlar. Aslında onlarla gitmesi gereken ikinci veliaht Bran ise çatıdan düşüp bacaklarını kırdığı için Kışyarı'nda kalıyor.

Targaryenlerin son varisleri Daenerys ve Viserys Targanyen ise tahtlarını geri alma peşindeler. Daha doğrusu Viserys bu arzusuna ulaşabilmek için kızkardeşini kullanıyor ve bir Dorthrak efendisi olan Khal Drogo'yla taç karşılığında evlendiriyor.

Kitap boyunca gerçekten entrika dur durak bilmiyor. Ben ejderhaların anası Daenerys (Dany)Targanyen, Jon Kar, Robb Stark, Cüce Tyrion Lannister ve tabii ki Eddard Stark'ı çok sevdim. Birbirinden güçlü, hırslı karakterler sizi hikayeye bağlamaya yardımcı oluyor. Üstelik Martin gerçekten şaşırtacak şeyler yazıyor. Hiç beklemediğiniz anda hiç beklemediğiniz şeyler oluyor. Kısacası 800 küsür sayfalık kitap su gibi akıp gidiyor. Heyecanla takip edeceğim serilerin başında geliyor Buz ve Ateşin Şarkısı. Epik-fantaziye ara vermiş biri olarak yeniden bu türe merak sarmamı sağladı. Bana göre bu türü sevenlerin kaçırmaması gereken bir seri. Onlarca hanedan, binlerce karakter arasına kendinizi yerleştirebilirseniz içinden çıkmak istemeyeceğiniz bir keyif veriyor.

İkinci kitabı Clash of Kings yılbaşından önce yayınlanılmayı bekliyormuş. Henüz izlemediğim ve artık merakla beklediğim dizisi Game of Thrones ise dediğim gibi yeni sezonda televizyonda.

Keyifli okumalar.

Puan: 5


20 Temmuz 2011 Çarşamba

Kitap Yorumu: Forever - Maggie Stiefvater


Ve Forever da Türkçesinin çıkmasını beklemeye dayanamayıp İngilizce bitirdiğim kitaplar arasında yerini aldı. İlk defa bir kitap yorumu yazarken bu kadar hüzünlü hissediyorum. Mutluyum ama hüzünlüyüm. Beni neredeyse ağlatan ilk seri sonu kitabı Forever oldu. The Wolves of Mercy Falls serisine zorlukla veda ettim. Söylenecek çok şey var ama büyük ihtimalle çoğunu atlayacağım.

Öncelikle beni ilk kitaptan bu seriye bağlayan her ne ya da kim ise ona teşekkür ederim. Sonra da kurtlar hakkında önyargılarımı yıkıp - hatta onlar hakkında bir hikaye yazmamı sağlayan - en sevdiğim yazarlardan Maggie Stiefvater'a teşekkür ederim. Harika bir seriydi. Duyguları içimde hissettim. Biliyorum biraz kitap sonu teşekkür yazısı gibi oldu ama...

Fazla spoiler vermeden tamamlayacağım bu yorumu. Linger'ın sonunda Grace'i kurt olarak bırakmıştık. Forever'ın başında da Grace sürekli değişiyor ve Sam da mahvolmuş bir halde ne yapacağını düşünüyor. Kitabın neredeyse yarısı boyunca ikisinin bir türlü bir araya gelememesini okudum. Bu biraz yavaş okumama neden oldu. Ama bir araya geldikleri andan itibaren heyecan tavan yaptı. Kahramanlarımız bu işin içinden nasıl çıkacaklarını düşünürlerken bir de Isabel'in babasının planladığı kurt avı çıkıyor karşımıza. Av sahnelerinde kitabı gözümü kırpmadan okudum. Şimdi ne olacak diye kendi kendimi yedim bitirdim. Ve kitap bittiğinde boşluğa düşmüş gibi birkaç saniye öyle kaldı. Yazar sonunu biraz ucu açık bırakmıştı. Yeni bir spin-off veya novella için olabileceğini umut ediyorum çünkü bu seriyi her halükarda okumak isterim. Sam ve Grace'in hikayesi bitmiş olsa bile bizi yeni kurtçuklarla tanıştırır umarım Maggie. Ama onun başka kitaplar üzerinde çalıştığını da okudum. Olsun, Maggie'nin tarzını çok seviyorum. Bu serinin bitmesiyle üzülmüş olsam da "Books of Feerie" serisi ve "Scorpio Races" beni bekliyor.

Kısacası seriye yakışır bir finaldi. The Wolves of Mercy Falls serisi benim favorilerimden biri ve hep de öyle kalacak. Maggie duyguları öyle bir işliyor ki gerçekten kendine hayran bırakıyor. Sam, Grace, Cole, Isabel her bir karakterini özleyeceğim. Ama üzülmüyorum çünkü uzatılıp da tadı kaçmadı. Mutlu ve hüzünlü bir şekilde bir seriyi daha bitirdim. Beni ingilizce kitap okumaya teşvik eden, bana kurtları sevdiren, Rilke'yi tanıştıran seriyi...

Ve son olarak da sevgili Turkuvaz Kitap'a en içten sevgilerimi sunuyorum, umuyorum ki bu kitabı bir kez de Türkçe okuma keyfini bize yaşatırlar.

Forever'ın yazar tarafından hazırlanan kitap fragmanı



Sevgilerimle.
Keyifli okumalar...

Puan: 5


15 Temmuz 2011 Cuma

Kitap Yorumu: Bahar Tanrıçası - P.C. Cast



İtiraf ediyorum Gece Evi serisinin yazarı olan kadından böyle bir kitap beklemiyordum. Deniz Tanrıçası'nı okumuştum ama öyle çok da beğenmemiştim. Bir şeyler eksik gibi gelmişti. Sevememiştim. Ama Bahar Tanrıçası o kadar büyük umutlarla almamama rağmen beni tatmin etti. Saf aşk, hem de mitolojik tanrılar arasında geçen bir saf aşk ancak bu kadar güzel işlenirdi.

Konuya gelecek olursak; yaşı kırkı geçmiş, aşık olduğu bir fırının sahibi Lina'nın borçları vardır. Hem de hayatının mesleğini yapmaya devam etmesi için çabucak ödemesi gereken borçlar. Lina İtalyan olan büyükannesinin izinden giderek harika hamur işleri çıkardığı bir fırın açmıştır. Ama son zamanlardaki durgunluk onu kötü yönde etkilemiştir. Fırınını canlandırmak için mönüye daha çok yemek eklemeye karar verir. Bunun içinde dükkanının karşısındaki kitapçıya gidip İtalyan işi yemek kitapları alır.

Kitaplardan birinde bulduğu gizli pizza tarifi çok ilgisini çeker. Evinde pizzayı hazırlarken, kitap yazarının söylediği gibi bir yandan da nimetleri için Tanrıça Demeter'e dua etmektedir. Oldukça eğlenerek pizzasını hazırladıktan sonra bahçesindeki bir ağaca gider ve duanın son kısmını orada tamamlar. Bu arada Demeter de kızı Persephone'nin bir an önce olgunlaşmasını istiyordur. Bahar Tanrıçası Persephone'ye Ölüler Ülkesi'nde ihtiyaç vardır ama Demeter kızının oraya gidebilecek kadar olgunlaşmadığını düşünüyordur. Lina'nın yakarışlarını duyan Demeter Persephone'yle Lina'nın bedenlerini altı aylığına değiştirmeye karar verir. Böylece hem kızı olgunlaşacak hem de Lina'nın fırını Bahar Tanrıçası'nın gelişiyle bereketlenecektir. Bu arada Hades'in dünyasına giden olgun kadın da orayı düzene sokacaktır.

Lina'nın kendini birden Olimpos'ta, Persephone'nin genç bedeninde bulmasıyla kitap hareketleniyor. Lina Bahar Tanrıçası'nın bedeninde Ölüler Ülkesi'ne doğru gidiyor ve Yeraltı Tanrısı Hades'le karşılaşıyor. İlk başta ona çok soğuk davranan Karanlığın Tanrısı daha sonra Lina'nın ruhunun canlılığını, alemindeki güzelliklere verdiği tepkiyi gördüğünde kadına tutuluveriyor. P.C. Cast Ölüler Diyarı'nı mükemmel bir şekilde betimlemiş. Gerçekten orada olduğunuz hissini uyandırıyor, derin bir araştırma yaparak oranın her bir detayını ele almış. Beni en çok etkileyen bu oldu. Dediğim gibi bu yazardan böyle bir kitap beklemiyordum. Harika bir sürprizdi.

Çoğu kişi kitabın konu yönünden zayıf olduğunu düşünebilir. Ki daha önce okuduğum birkaç yorumda böyle yazdığını görmüştüm. Ama bence bu gerçek anlamda bir "mitolojik aşk" romanı. Bu yönüyle ele alırsak türünün en başarılarından biri. Ölüm Tanrısı olarak bildiğimiz Hades'i böyle içten ve aşık bir şekilde okumak da insanı hem şaşırtıyor hem de sevindiriyor. Kitabın sonu ise çok güzel bağlanmıştı bence. Yine de nerede olduğunu bilmediğim küçük eksikler vardı, onları da hatasız kul olmaz deyip unutuyorum.

Uzun lafın kısası, Tanrıça serisi piyasada bulunan çok az mitolojik romandan biri. Ve bence çok da iyi bir seri. Benim gibi mitoloji delilerinin kitaplığında bulunması şart. İçinde barındırdığı aşk da yüreğinize işleyecek türden. Bedenin mi yoksa ruhun mu aşık olduğunu birçok kez sorguluyor kitap. Ben çok sevdim. Tanrıça serisine tam gaz devam etme kararı aldım. Ama itiraf etmeliyim ki kadınların tercih etmesinin daha doğru olacağı bir kitap.

Sevgiler. Keyifli okumalar.

Puan: 4


13 Temmuz 2011 Çarşamba

Ne okusam, ne okusam?

Bu yaz okumayı planladığım kitaplardan seçmeler.

Karanlığın Kızı - Kelly Keaton

Mitoloji ve fantastiğin iç içe geçtiği bu yeni seri bayağı bir ilgimi çekti. Young Adult türündeki kitapların tekdüzeliğinden sıkıldığım için konunun değişikliği ve kapak tasarımı kitabı alma olasılığımı giderek artırıyor.

Tanıtımı:
Her güzelliğin altında bir parça kötülük yatar.

Ari, yalnızlık ve kaybolmuşluk duygusunun önüne geçemiyor bir türlü. Buz mavisi gözleri ve asla değiştiremediği ya da kazıyıp atamadığı gümüş renkli, uzun, gür saçlarıyla hep dikkat çekiyor. Bakıcı ailelerin yanında geçen çocukluğunun ardından, nereden geldiğini ve kim olduğunu bulma isteğine karşı gelemiyor.

Sorularına yanıt aramak için çıktığı yolculukta ona ışık tutan, uzun zaman önce ölmüş annesinden kalan bir mesaj: Kaç! Ari, birilerinin ya da bir şeylerin ona çok yaklaştığını hissediyor. Ama kimden kaçtığını ya da neyin onu takip ettiğini bilmeden kendini koruyabilmesi çok zor.

Bildiği tek bir şey var: Doğum yeri New 2’ye dönmesi gerektiği.

Kasırgaların vurduğu New Orleans’ın yeniden kurulmuş hali olan New 2’nin yönetimi dokuz ailenin elinde. Burası öyle sıradışı ki Ari’nin hiçbir farklılığı tuhaf kaçmıyor. Ama karşılaştığı her canlı –ne kadar ölümcül ve ürkütücü olursa olsun– ondan korkuyor.

Ari yanıtı bulana kadar durmayacak. Ama bazı gerçeklerin ortaya çıkması da bir o kadar korkunç ve tehlikeli...

Taht Oyunları - George R. R. Martin 

Dizisi Game of Thrones'un yayına başlamasıyla birlikte tüm dünyanın gözünü diktiği bu seri uzun bir aradan sonra Epsilon tarafından yeniden basılıyor. Daha önceki baskısında yer alan belirgin çeviri hataları göz önüne alınırsa çok da iyi yapılıyor. Ee tabii ki ben de bu seriyi okumadan geçemiyorum. Taht Oyunları epik fantastik sevenler ve "diziyi izlemeden önce kitabını okusam" diyenler için güzel bir yaz kitabı olacak. 
Tanıtımı:
Yazların on yıllar, kışların bir insan ömrü sürebildiği diyarda, dehşetli ve soğuk zamanlar yaklaşmaktadır. Kışyarı’nın kuzeyindeki buzul topraklarda, Yedi Krallık’ı koruyan Sur’un ötesinde tehditkâr doğaüstü güçler toplanmaktadır. Savaşın tam ortasında, doğdukları topraklar kadar sert, boyun eğmez Starklar vardır. Acımasız soğuğun hüküm sürdüğü kuzeyden, uzak güneydeki sıcak zevk yurduna uzanan, leydiler, lordlar, savaşçılar, büyücüler ve katillerle dolu öykü, korkunç kehanetlerin işaret ettiği bir devirde başlamaktadır. Komplo, trajedi, ihanet, zafer ve dehşet dolu olayların ortasında Starklar’ın, dostlarının ve düşmanlarının kaderi bıçak sırtındadır. Hedef, en ölümcül savaş olan taht oyununda muzaffer olmaktır.
Kırmızı - Ted Dekker
Ünlü gerilim yazarı Ted Dekker'ın eşsiz fantastik serisi Çember'in ikinci kitabı da heyecanla beklediklerim arasındaydı. Sonu oldukça heyecanlı biten Siyah'tan sonra Kırmızı'yı almak da farz oldu tabii. Serinin sıkı takipçileri yine kitabı elinden bırakamayacak gibi görünüyor ve benim için de harika bir yaz okuması olacak gibi.  
Tanıtımı: 
Kırmızı, geçmişle geleceğin ortak kaderidir.
Kırmızı, yitirilen cennetin destansı kurtuluşudur.
Kırmızı, Çemberin en kanlı halkasıdır.

Gökkuşağı ormanları büyük çapta bir yıkımın eşiğindedir.
Ölüm saçan bir virüs, dünyamızdaki teröristlerce yayılmaya başlamıştır.
Thomas Hunter'ın sabrı tükenmiştir; ölümle randevu için kalan süre üç haftadır ve bu bir olasılık değil, gerçeğin ta kendisidir.
İki dünyayı da kurtarabilecek bir çözüm yolu bulmaktan başka çıkış yolu yoktur.

 
Siyah'ın akıllara durgunluk veren temposu, Ted Dekker'ın efsane Çember serisinin ikinci kitabı Kırmızı'yla doruğa çıkıyor.
Thomas Hunter en fazla bir ay önce, garsonluk yapan başarısız bir yazarken, şimdi kendini iki dünyayı da çöküşten kurtaracak zorlu bir maceranın içinde bulmuştu. Bir dünyada, ilkel savaşçılardan oluşan bir orduya kumanda eden, savaşlarda yaralanmış bir general; diğerinde ise durdurulması mümkün olmayan bir virüsle küresel bir kaos yaratma niyetinde olan teröristleri alt etmeye çalışan bir adam.
Yıkımın eşiğinde iki dünya. Akla hayale gelmeyen bir çözüm.
Rüya ile gerçeğin çarpıştığı adrenalin yüklü bir destana hazır olun. Siyah, Kırmızı'ya dönerken artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

 Devam edecek...


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...